Yazı dizisi- 3
Milli rüzgâr türbini üretimi, önemi ve belgelendirme
Ahmet Cem Yalçın
Geçtiğimiz sayıda sektörde yerli müteşebbislerin karşısına çıkarılan zorluklardan bahsetmiş ve son olarak şu cümleyi kullanmıştık: “Kısacası bizim kapitalistimiz dahi ithaldir.”
Bugün yerli bir rüzgâr türbini kullanılarak yapılacak yatırımlara ulusal bankalarımızın hiçbiri kredi verememektedir. Bankalarımız, sektöre kullandırdıkları şartlı yabancı kredileri “enerjiye destek veriyoruz” diyerek boy boy reklamlar ile duyurmaktadırlar.
Oysa, ülkemizde bolca kaynağı olan yenilenebilir enerji zaten bedava, biz bu bedava kaynağı dışa 15 yıl borçlanarak kullanıyoruz. Bankalar, yapılan işlemlerden kendi açısından tabii ki çok memnun, komisyon alıyor işine bakıyor. Algıya gelince de adı yenilenebilir enerjiye destek oluyor. Alan razı satan razı, kim uğraşır yerli üretim riskleriyle. Böylece, yerli türbin, PV panel, jeotermal sistemlerin ülke içinde üretimi adına da durum hiç değişmiyor. İmalat yapmak için kaynak yok.
Bankalarımıza dış kaynağı sağlayan kurumlar, kaynağın kullanımını da doğal olarak kendi belirleyecektir. Devlet tarafından milli veya kullanım şekli şartsız kaynaklar bulunmadıkça özgün veya milli teknolojiye finansman sağlanamayacaktır.
Batıda sermayenin gelişmesi ulusal bağımsızlık koşulları altında olmuş, dolayısıyla kapitalizm bu toplumların kendi iç dinamikleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Oysa yukarıda da belirttiğim gibi, Türkiye’de sermaye Batılı ülkelerin müdahaleleri altında gelişmiştir. Halen de ciddi şekilde bağlıdır, değişmelidir!
Şayet Türkiye, kendi müteşebbisine ve insanına yabancı yatırımcılara tanıdığı fırsatları tanımaz, kendi tasarım ve sistem mühendisliği ile özgün projelerini geliştirmez ise dışa bağımlı bir ülke olma durumunu aşmayı asla başaramayacaktır.
Bulunduğumuz coğrafyada etkin rol oynamak istiyorsak, bu durum mutlaka değişmelidir. Ülkemizde ciddi akademik ve endüstri birikimi vardır. Yetişmiş değerlerin yurt dışına çıktıkları anda, sahip oldukları imkânlar ile neler başardıklarını görmek bunun en önemli kanıtıdır.
Türkiye’nin dışa bağımlılığı dar bir çevrenin dışa bağımlılığından ibaret değildir. Türkiye’nin dışa bağımlılığı sınırlı bir finans çevresinin dışa bağımlılığı da değildir. Bir menfaat çemberinin ötesinde, bir sistem olarak dışa bağımlıdır. Bu durum yerli ve milli duruştaki, devlet ve sanayici iş birliği ile kararlılıkla aşılabilecektir. Yine de bunca yıldır sağlanmış olan dışa bağımlı ekonomik entegrasyon, dengeliymiş gibi görünse bile, hedeflenen milli sistemin hayata geçirilmesi sırasında çelişki ve sürtüşmeler kaçınılmazdır.
Bu nedenle, her durumda içte ve dışta enfeksiyona yol açacak her türlü bel altı vurma ve mikrobik duruma da hazırlıklı olmak gerekir. Dışarıdan gelen yatırımlar devam ederken, teknolojiyi yerli ve milli anlamda geliştirmek bir tepkiyi doğuracaktır. Bunu dışarıdan gelen yatırımcıyı da koruyarak yapmak önemlidir. Seksen milyonluk bir ülke tam anlamıyla kendine yetebilir durumda olmadan ayakta kalamaz. Bu ülkede güvenli yatırım ortamının teminatı kendine yetebilmekten geçer. Böyle olduğunu anlatmak, bunu planlamak, çelişkisiz hedef göstermek devletin görevidir.
Türkiye, uzun yıllar önce montaja dayalı lisanslı üretimi, yanlış bir model olarak bilinçli olarak seçmiştir. Kısa hedefler ve dar bir çevrenin etkisiyle, politik tercihini bu yönde kullanmıştır. Ancak ülkemiz, küresel güçlerin dayatmacı niteliğine rağmen, artık pazar geliştirmekte güçsüz, tecrübesiz bir ülke değildir. Birçok oyun geç de olsa fark edilmeye başlanmıştır. Bu yazdığım tabloyu görenlerin sayısı bir hayli fazladır.
Kimi çevrelerde her şeyi kendimizden bilmek, değişmez kader olarak kabul etmek, her şeyin altında emperyalizmin oyunlarını aramak eğilimi var. Buradaki hata, kendi iç dinamiğimizi küçümsemek, hatta yok saymaktır. Bu durum öyle bir hal almıştır ki yurt dışında gördüklerini kendini küçümseyerek anlatmaktan güç bulan bir yönetici tipi oluşturmuştur. Oysa ülkemizi etkileyecek farklı güçlerin olması gayet normaldir, o güçler, bizim üretimden kaçmamızdan dolayı etkili hale gelmektedirler. Bunu kıracak olan tek güç devlettir. Ekonomi ve enerji politikalarındaki millileşmedir. Öte yandan devlet de bizlerden fedakârca girişimler, örnek uygulamalar beklemektedir. Bu ülkeden başka gidecek yerimiz yoktur.
Sıkışınca yurt dışına kaçmak, karamsarlıktan beslenmek yerine, sınırda ülkeyi korumak adına şehit olmak neyse, geleceği tesis etmek adına da riskler alarak yılmadan çalışmak şarttır. Bu noktada sermaye gücünü elinde bulunduranların ise kararlılığı görüp, destekleyip büyütmeleri bir görevdir. Yatırımcılar ise öncelikle yerli ve nitelikli ürünü tercih etmelidirler.
Küresel ekonomik yapılar bir ülkeye, o ülkenin içindeki güçleri manipüle ederek, onları çeşitli biçimlerde kendi yollarından çekilmeye sevk ederek, bazen de tehditle, tesir ederler. Hiçbir toplum tabanda bu güçlerin dilediği biçimde hareket etmesini kabul etmez. Bunu hisseder, görür. Türkiye’nin kendi iç dinamikleri örtülü ambargolardan rahatsızdır. Bunun bir beka sorunu olmaya başladığı artık görülmektedir. Bu farkındalığın artması milli üretim için çok önemli bir fırsattır.
Sermayenin dışa bağımlı olarak yoğunlaşması ve merkezileşmesi ile sanayi sitelerinde tasarım yaparak etkin olmaya çalışan KOBİLER ortadan yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bu şekilde, KOBİ’ler bağımsız birimler olmaktan çıkıp dışarıdan gelen endüstriye bağımlı yan sanayi kolları haline gelmektedirler. Bu da kendi özgün tekniklerini geliştirip kendi başlarına etkin olabilmelerini ortadan kaldıracaktır. Daha sonra da güçlü bir yerli sermaye ile bir araya gelerek ülke değeri olma yolu tamamen kapanacaktır.
Bu kesimler, kredi ve hammadde tedariki konularında da yan sanayi işlerde çok ciddi baskı hissetmekle beraber, kendi küçük yapılarına çok bağlıdırlar. Aman, düzen devam etsin, durumu koruyalım deyip bunları da kaybedip yok olmaktan çok korkarlar.
O nedenle, bir defa yan sanayi işlere alışan KOBİ’lerin birçoğunda kuruluş amacı olan yenilikçi müteşebbis ruh ölür. Müteşebbislik, onlara öldürmeyecek kadar ekmek veren yan sanayi düzeni yanında riskli bir olgu olarak görülmeye başlar.
Bir de bu noktada AB icadı olan “cluster” yani kümelenme sistemi çalışır ve ilgili endüstri henüz dışarıdan ülkeye gelmeden bir oyalama sermayesi gönderir. Bunun amacı, KOBİ’leri “küme”, bir diğer anlamda daha gelmemiş bir endüstriye hazırlık yapmaları için bir miktar şartlı parayla, güya eğiterek oyalamaktır.
Sanayi siteleri 2005 yılından beri bu paraları alıp ne yapacaklarını bilemeyen organizasyonlarla doludur. Ve bu paralar ana üretim için değil yan sanayi olursan harcama şartıyla verilmişlerdir. 2016 yılından beri Ankara Kümesi, İzmir Kümesi gibi milyonlarca TL kaynağı olup henüz kullanamayanlar vardır. Çünkü bu kaynaklarda, türbin yapmak için değil türbinin parçasını üretmek için harcama şartı vardır.
Kimin türbini için?
Ve hangi parçayı?
Oysa ana ürünü, yani özgün tasarıma dayalı türbinin kendini üretmiş olduğunuzda 2000 parçanın üzerinde tasarım yapacak ve birçok parçayı kendi iç piyasanızdan tedarik edeceksinizdir. Yani ana üretim, kendi tedarik zincirini kendi kazanç anlayışı ile otomatik olarak oluşturacaktır. Oysa yurt dışında bu modeli geliştirmiş Batılı ülkelerin üretim modellerini alıp o modelin lokomotifi olan ana üretim ve tasarımı kopartırsanız, geriye lokomotif arayan yan sanayi vagonlar kalacaktır. Bu gelecek olan yatırımlar açısından da bir belirsizlik ve zorluktur.
Sonuç olarak Türkiye, mandacılığı ve himayeciliği tam anlamıyla reddeder. Ancak, hâlâ mahkûm edememiştir!
Cumhuriyet değerleri, Türk milletine, emperyalizme ve mandacılığa karşı dik durmayı ve sadece kendi gücüne güvenip kimsenin himayeciliğini kabul etmemeyi öğretmiştir.
Ülkemizin, birçok iş kolunda, global rekabete hazır ürünler üretmek için dışarıdan alınacak paraya ve akla ihtiyacı yoktur. Üreticisi ve müteşebbisi çok ağır şartlara alışkındır, artık bilgili ve teknolojiyi en iyi şekilde kullanabilen teknisyen, mühendis ve akademisyenleri vardır. Ülkemizi, bu zor coğrafyada, güçlü bir ekonomiye taşıyacak tek yol, yerli üretim için şartsız kaynaklı krediler sağlayarak sanayiciyi teşvik etmek, aynı zamanda, uygulamalı, ezberci olmayan eğitime yönelerek, savunma, enerji, tarım ve sağlıkta yerli ve milli modellere yönelmektir.
Son